Anne Olmak

Papağan Cumhuriyeti

Evde yürüyen bir papağan var. Aynada saçımı tarıyorum izliyor. Makyaj yapıyorum izliyor dikkatle. Tırnaklarımdaki renklere bakıyor şaşırarak. Yemek yaparken oturup izliyor. Yürüyüşümden su içişime kadar her şeyi. Kelimeleri bizden duyduğu tonlamayla söylüyor. Mandalina mesela. Farkında değilsiniz belki ama bir makamı var mandalina demenin. Yükselen alçalan sesler var orada. Yoğurt, domates, güle güle de öyle. Çocuktan duyunca, görünce farkında vardığımız bir dolu şey. Saçımı tararken ıslık çaldığımı, aynaya baktığımda dişlerimi gösterip hmmm dediğimi, leblebiyi havaya fırlatıp ağzımla yakalamaya çalıştığımı, yüzüme krem sürdükten sonra oh beee dediğimi ve bunları bir çocuğun alışkanlık haline getireceği kadar sık yaptığımı fark ettim. İkimize tost yaptığımda ona parçalara bölerek veriyor, kendim ekmeği ısırarak yiyordum. Her seferinde kızıp tabağı yere atıyordu. Meğer benim gibi koca ekmeği ısırarak yemek istiyormuş. Hatamı anlayıp meyve suyunu biberonla değil bardakla, tostunu da bölmeden eline tutuşturuyorum. Dans ederek yiyor. Bu arada yediğim şeyden keyif alıyorsam ve beğendiysem yerken sallanmak suretiyle dans ederim. Benim minik papağanım, minik aynam…

papagan

Her zaman güllük gülistanlık değil tabii ev halimiz. Özellikle yemek yaparken paçamdan ayrılsın, bıçağa, ocağa uzak dursun diye “aa hadi artık babanın yanına” diye kışkışlıyorum. Fazla mızmızlanmadan “anni kısdi, anni kısdi” diyerek babasına gidiyor. Devamında babası ile masal kitapları okuyorlar, lego oynuyorlar, resim çiziyorlar, renkleri, nesneleri öğreniyorlar, şarkılar söylüyorlar demek isterdim amma velakin babası ile tablet bilgisayar karşısında zaman geçiriyorlar. Tamam hadi çocuğu alıp parka da götürüyor. Tamam ya hadi lego yapıp boğuşuyorlar da. Ya tamam birkaç kez yemek yedirmiş olabilir. Peki itiraf ediyorum akşam saatleri papağanımı babasına devredip kendime zaman ayırıyorum. O zamanlar tek duyduğum koşuşturma ve gülüşme sesleri. Sonu hep aynı biten senaryo. Küt ya da güm diye bir ses, arkasından ağlama ve bana doğru koşan minik ayaklar. “Anni, anni, baba aldi, kafa küt oldi, acidi anni acidi” Suçlamayı, kini, şiddete karşılık vermeyi -henüz- öğrenmediği için acısı geçer geçmez atlıyor babasının sırtına.

Gıdıklama oyunumuz var. Her anne/baba ile olduğu gibi. Günün en keyifli saatleri, bayılarak oynuyoruz. Yeni tanıştığı yaşıtları ile ilk iletişimi gıdıklayarak oluyor. O kadar masum, o kadar tatlı. Tabii her çocuk kendi gibi tepki vermiyor. Kimisi gülerek kimisi dokunulmaktan hoşlanmayıp ittirerek karşılık veriyor. Benim minik papağanım da her insanın mahremiyet mesafesi olduğunu ve onu izinsiz geçmemesi gerektiğini öğreniyor şaşkın bakışlarıyla. Neden gıdıklanmaktan hoşlanmaz ki bir insan yoksa değil mi. Şoför koltuğunun heyecanını, direksiyon tutuşunu, kemer bağlama seansını dikkatle izleyip uyguluyor. Koltuğuna oturup “anni dak” diyor mesela. Hemen arabanın radyosuna bakıyor “anni aç” Sonra arkasına yaslanıp dünyayı seyrediyor. Kim bilir neler düşünerek. Dikiz aynasından bakıyorum mutlu suratına. Yanlışlarımla, doğrularımla, gerçeklerimle, yalanlarımla bir insan yetiştiriyorum. Sen yine sen ol ama dikkatli ol zoi diyorum. Bir papağan kolay yetişmiyor..

Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çıkışta Olanlar

To Top