Anne Olmak

Anne Dediğin

İnsanoğlu bir tuhaf. Anne dediğin canlı ise onun en tuhaflaşmış hali. Doğaüstü güçlerin, üçüncü gözlerin, altıncı hislerin bir araya geldiği ve kendinden türemiş ama senden başka bir vücutta cisimleşmiş bir varlıkla ilgili her türlü bilgi birikimi & veri donanımına sahip olma durumu.

Çocuğunun yüzüne şöyle bir baktın mıydı, “yarın hasta olacak”, “ az sonra kusacak”, “şimdi yalan söyleyecek”, “kakası geldi”, “bu gece uyumayacak”, “bir şeye canı sıkılmış” gibi hiçbir medyumun sahip olamayacağı, hiçbir kahve falında çıkmayacak bir dolu bilginin, anne dediğin kişiye malum olması.

İşte ben de öyle, her anne gibi seziyordum. İlk doktor bir şey yok demişti ama bir şey vardı. Adı konulamayan garip bir şey… Yaramaz, bunalımlı ya da şımarık gibi tek kelimeyle tanımlanamayacak bir şey. Nitekim 1 kelimeyle değil 3 kelimeyle tanımlanması gerekiyormuş: Yaygın Gelişimsel Bozukluk! Çok afilli!!

Akranlarına bakıyorsun, kabul birçoğu konuşmuyor, birçoğu hareketli, birçoğu saldırgan veya öfkeli. Ama seninki bir başka işte… Yaşıtı hiçbir çocuk ellerini kıvırarak kendi etrafında koşmuyor, veya yeni bir oyuncak alındığında hiçbir şey olmamış gibi kitabına kafasını gömmüyor, ya da biri geldiğinde kimse yokmuş gibi davranmıyor. Ama senin çocuğun yapıyor işte. Gösterdiği tüm gelişime rağmen, sen de biliyorsun ki o farklı, sıra dışı bir çocuk…

Bu farkı bilen birçok anne, bunu kendisine itiraf etmeyi veya dışarıdan duymayı inkâr ederken, ben neyse o fark, tescillesin istiyorum. Varsa bir şey ötelemenin, inkâr etmenin, yok saymanın bir faydası yok. Ak koyun karar koyun çıksın meydana diyerek tüm “çocuğu kurcalatma” telkinlerine rağmen, soluğu Türkiye’de bu konuda sayılı uzmanlardan olan bir erkek profesörün yanında alıyorum.

Beklediğimden çok daha genç çıkan doktorumuz, odasına ilk girdiğimizde bize hiçbir şey sormadan oturmamızı işaret ediyor ve elindeki aletten baloncuk üflemeye başlıyor. Bizimkinin ağzı açık baloncuklara bakıyor ve doktor dönüyor “tamam benim için durum belli” diyerekten toplam 20 dakika süren muayene süresinin ilk 1 dakikasında şapadanak teşhisimizi paket yapıp kucağımıza koyuyor. Bize de elimizdeki paketin içindekini güle güle kullanmak kalıyor… Gülen surat ifadesi olmadan tabi!

Doktor aslında:

– yaygın gelişimsel bozukluğun otizmi de kapsayan bir çizgi olduğunu,

– çizginin bir ucunda otizm, bir ucunda da çekingen insan profili bulunduğunu,

– kızımızın bu çizginin ortalarında bir yerinde olduğunu, ona götürmeseydik de çizginin olumlu ucuna doğru yol alacağını,

– özel eğitim merkezi veya rapora gerek bulunmadığını,

– oradaki ağır vak’aları görmenin başta anne babaya iyi gelmediğini, moral bozup motivasyon düşürdüğünü,

– haftada 1 saat evde özel eğitim alabileceğimizi, fazlasına gerek olmadığını,

– bunun dışında çabalarımıza devam etmemiz gerektiğini de söylüyor ama ben paketle meşgul olduğumdan bu kısımları pek hatırlayamıyorum… Sadece 1 saatin yeterli olup olmadığı konusunda ısrarcı olduğumu ve kendisinin bu konuda emin olduğunu hatırlıyorum.

Nitekim bir elimizde YGB paketimiz, diğer elimizde de özel eğitimcinin telefon numarası evimizin yolunu tutuyoruz. Evde özel eğitim falan deyince insanın aklına matematik özel dersi gibi bir şey geliyor. E rahat tabi evden çıkmadan diyorsun ama kafanın bir yerinde de ortalama muayene ücretlerinden hareketle, “saati 400 liradan olsa, olmadı biz yine de tedbiren haftada 2 aldırırız desek, etti sana aylık 4000, e kreşi, doktoru, ablasının masrafları falan derken, evi barkı sat, kendini şuradan at” gibisinden hesaplar da var. E artık ne yapalım, evladımızın sağlığı, senin Bin bir Gece Şehrazat’tan neyin eksik diyerekten özel eğitimcimizi arıyoruz. Yok, düşündüğümüz gibi olmuyor, makul sayılabilecek bir ücretle 1,5 saat sürecek ilk dersimiz için randevumuzu alıyoruz…

anne dediğin

Özel eğitimcimiz Özlem Hanım özellikle babanın da evde bulunmasını istiyor. Birlikte bir çalışma planı belirliyoruz, elimize çalışmamız için bir takım dokümanlar, yapmamız için bir takım ödevler veriyor. “Bu çocuk çok güzel bakıyor, bunun yakında hiçbir şeyi kalmaz, benim teşhisi kalkan çok fazla çocuğum var,  hoca zaten o ışığı görmese sizi bana değil rapora yönlendirirdi, ben o ışığı görmesem sizi hiç ümitlendirmezdim” diyerek bizi gayet ümitlendiriyor.

Bu arada Özlem Hanım babamızda da göz teması ile ilgili sıkıntılar fark ettiğini, bunun genetik olabileceğini söylüyor. Ben bu durumu Hayri’ye açtığımda cevap çok manidar: “Kızım biz de kadının gözünün içine bakılmaz, ayıptır, haftaya geldiğinde ben onun bir gözünün içine içine bakiyim de görsün!!!”. (İç ses: “O halde niye yollarda 180lik hatunları görünce o gözler ayıp diye yere eğilmiyor gözü çıkasıca adam” diyor ama malum iç ses olduğundan kimse duymuyor!)

İşte sevgili okuyucu, bir elimde böyle bir adam, bir elimde böyle bir çocuk, öbür elimde (ki elim kalmadı farkındaysanız) YGB paketi, yine olmayan başka bir elimde de benim büyük kız, bu şartlarda mücadele ediyorum. Nene Hatun 1, ben 2. En azından Nene Hatun dul Hoş otizmin yıkıcı etkisi sadece çocukta değil evlilikte de baş göstermeye başlayınca benim de dul kalmama ramak kalıyor ama o konulara daha gelmedik, ilerleyen bölümlerde…

Fikriye Filtresiz
Twitter: FiltresizF

Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çıkışta Olanlar

To Top