Konuk Yazar

Otizmi Nasıl Yendik / Bakıcı Sorunsalı

Hazır bakıcıdan girmişken konuya buradan devam edelim. Nerede kalmıştık, hah tamam, bizim bakıcının sadece bakmak-tan ibaret olan mesaisinde..

Malum çocuğu yarım gün kreşe verdik demiştim. Hakikaten televizyonun kapanması, kreşe gitmesi, bizim ilgimiz, ciddi anlamda olumlu dönüşler almamıza neden oldu.  Çocuğun ayık kaldığı 12 saatlik gün diliminde 10 saat maruz kaldığı yegâne şey TV olduğundan hacet, ormanda maymunların kucağına doğmuş Tarzan gibi yeni yeni insan cinsinin dünyasını keşfetmeye başladı diyebilirim.

Bu arada doktora gitmemizin üstünden 1, 1-5 ay kadar geçmişti. İkinci bir kontrol randevusu aldık. Doktorun yorumu değişmemişti: gayet güzel, devam edin, gerekirse tam güne geçsin kreşte..

Benim şüpheler baki, soruyorum: “hani yine de özel eğitim aldırsak mı acaba? Eminsiniz değil mi? Otizm değil diyorsunuz.”

“Yok, değil” diyor. Bir taraftan seviniyorum öte taraftan iç organlarımda dolaşan bir kurtçuk, kıtır kıtır beynimi kemiriyor.

Bir yandan da okulun ilk günlerinde yaşadığımız sorunlar yavaş yavaş azalıyor. İlk bir hafta ısırılmadık çocuk, saçı çekilmedik öğretmen kalmamıştı. Saç çekmek dediysem öyle hafifinden bir gıcıklıktan bahsetmiyorum. Bildiğin bir avuç saça yapışıyor, salıversen kafa derinin üstünde 7 cm yarıçapında  bir alan kel kalabilir. O denli. Okuldan alırken öğretmen yarı mahcup anlatıyor, ben de bildiğin “yer yarılsa da gömülüp içine gidiversem”duygusu.

Girl relection

Hayır kızsan anlamıyor, dinlese anlayacak belki, o da yok, dayak mayak da kar etmez bu durumda.. Günde 150 kez “Ya sabır” çekip geçmesini bekliyoruz. Geçmiyor ama onun saç çekme, benim utanma sıklığımız 2 günde bire düşüyor…

Bir gece yine çocuk bakıcıyla uyuyor. Gece ağlayarak uyanıyor, ama nasıl bir ağlama, belli kabus görmüş, dalıyorum odaya, kucağıma alacağım, “git git” diyor kadın bana, “seni görünce uyumuyor”. Tamam diyorum, çıkıyorum ama ağlama kesilmiyor. Sonra mutfağa doğru gittiklerini duyuyorum. Çocuk kadının kucağında kendini geriye doğru atıyor, kadın mama yapıyor. (Zaten her ağladığında ağzına mama tıkma sıklığı gecede 5!!)

Bir anda bizim kadın bağırıp kendi dilinde küfretmeye başlıyor, çocuğu kucağıma atıyor ve odasına gidiyor… Ve ben bu kadına sabah yine “Günaydın” diyorum, düşünün evde kim kimi yönetiyor. Benim o “lanet olsun içimdeki insan sevgisine” etiketli gözü kör olasıca kalbim, “herkesin patlama noktaları vardır” diyerek arkadan sufle vermese belki işim daha kolay olacak ama yok susmuyor ki bıdı bıdı: “kocası yok, oğlu Rusya’da, ülkesinde kimsesi yok, parası yok, eeleak, bizden gitse napacak?”

Derken bir gün eşimin kız kardeşi bize geliyor.  “Ya ben salonda oturuyordum, kadın çocuğun altını değiştirmeye içeri götürdü, ben de o sırada koridordan geçiyordum, nasıl bağırıyor, nasıl azarlıyor çocuğu, ben sizin yerinizde olsam hemen gönderirim, siz bu kadına nasıl çocuk bırakıyorsunuz” diyor ve işte tamam, beklenen işaret geldi, yapbozun tüm parçaları yerine oturuyor, tamam diyorum, bu iş buraya kadar, bakıcı gidiyor…

Ama sen gel de bunu bana söylet. Nasıl söylerim, nasıl yaparım? Eşimle de konuşuyoruz. En azından bir iş bulana kadar bizde kalması ve biraz para desteği konusunda anlaşıyoruz. Söylüyorum “Bak doktor tam gün kreş diyor. Ama bizim hem sana hem kreşe verecek paramız yok. Bu yüzden seninle yollarımızı ayırmak zorundayız, ama istersen iş bulana kadar bizde kalabilirsin. Ofislerde falan sürünme. İstersen günübirlik çalış, burada yat ama durum bu, ben sana maaşının hepsini veremem”.. Kadının surat düşüyor. Gün boyu telefon, telefon..

Bu telefon olayını da arz ediim. Dünya iyisi ilk bakıcımız, elinde kart telefonlar konuşmak için dışarı çıkardı. Hayır, derdim, evden konuşacaksın, böyle dışarı çıkılır mı, ne gerek var, konuş, önemli değil.. O da ısrarla kabul etmez, acil ve kısa konuşmalarını evden yapar, ötesini dışarıdan hallederdi. Baktım olmayacak, sırf onun için eve netbook aldım ki skype’den konuşsun! İnsan olana insanın canını veresi geliyor..Daha da olsaydı evini de alırdım, barkını da, helali hoş olsun..

Bu bakıcımıza da aynı şeyi söyledim. Evden konuş dedim, zaten kiminle konuşuyor, bir oğluyla, bir de şehir içinden bir arkadaşıyla!

Neyse, iş için olduğunu düşündüğüm saatlik telefon konuşmaları yapıyor, ses etmiyorum. Bir Pazartesi geldi bana, “yok dedi ben Cuma memlekete gideyim, biraz orada kalıcam”. “Peki” dedim, “ama arkadaşım taşınıyor, ona yardım edicem, hafta sonu da kal, öyle git”, “tamam” dedi. Bu arada Cuma ayın 1’i, maaş günü.

Salı günü eşimi aradım, akşam gelirken bakıcının maaşını getir, yazık, hafta sonu gidecek, alacakları vardır diye (kafasızlığıma bak!). Akşam maaşını verdim, bir de üstüne her şey için teşekkür ettim, sabah kalktım işe geldim. Öğleyin bir telefon “ben gidiyorum, anahtarı komşuya bıraktım”!!!!!!!

Hönk! Ben evde yokum bir kere, sen nasıl, nereye gidiyorsun? Yok, gitmiş. Eve geliyorum. Evde neyim var neyim yok onu da bilmem ki eşyalarımı kontrol ediim. Gün gelir lazım olursa bakarım, “aaaa” gitmiş derim ki, o “aaaa gitmişlerimin” sayısını hiç söylemeyeyim..

Biz bakıcı ile nasıl yolları nasıl ayıralım derken kadın bizi ters köşeye yatırıp gidiyor. Parasını ve teşekkürünü de yanına alarak. Bir yandan kızıyorum, bir yandan da kurtuldum diye seviniyorum. Bu sevinç bir ay sonra “700” liralık telefon faturasını görünce yerini öfkeye bırakıyor. Arada saydıra saydıra saydırıyorum, bilmem yerine gidiyor mu?

Böylelikle 2 senelik 3 ana-3 ara bakıcılı dönemimiz sona eriyor. Normal tarih akışının tersine bu durum kızımda, “yükselme-duraklama-gerileme” şeklinde değil “gerileme-duraklama-yükselme” sıralamasında nüks ediyor…

Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çıkışta Olanlar

To Top