Konuk Yazar

Kızımın Otizmle Mücadelesi-Otizmi Nasıl Yendik?

Üniversite yurdunda kalırken (Tüm 55. yurt ahalisine selam olsun) bizim kata çok enteresan bir kızcağız gelmişti. Şimdi adını söylesem, eminim bu yazıyı okuyan 55. yurt (1998-2003) sakinlerinin yüzünde bir tebessüm oluşur. Ben onun gerçek adını söylemeyeceğim elbette. Adı Sakine diyelim, geçelim..

Daha ilk geldiği günlerde, konservatuarda çello çalan bu kızımızda bir tuhaflık olduğunu hissetmiştik. Zaten normal bir çocuk neden çello çalsın değil mi? Saz çalar, keman çalar, flüt çalar, zihniyetime tükürdüğümün! Neyse kızda alakasız konuşmalar, durduk yere nedensiz gülmeler, karanlıkta tek başına oturmalar falan.. Hatta oda arkadaşı bir gece kalktığında onu yatağın ortasında öylece otururken görünce korkmuş da garibim sabaha kadar uyuyamamıştı.

Bizim yurdun her katında 5 oda vardı ve bu 5 oda ortak bir avluya açılıyordu. Burada küçük bir mutfak ve yemek masası, bir de banyoya açılan kapı vardı. Genellikle odalarımızın kapısı açık olur, yemek, ders, manikür, dedikodu, sigara gibi bir dolu günlük iş için o alanı kullanırdık. Hepimiz de çok iyi anlaşırdık (Sanki cümleyi “ruhları şa’d olsun” diye bitirecekmişim gibi geldi bir an, tövbe bismillah!).

Yine bir gün o masanın etrafında laklaklıyoruz. Bir baktık “Sakine” anadan üryan banyoya gidiyor. Tabi bizim suratların halini bir düşünün. Gözler direk 3G’de! Oh my God ! (bu da onun lügatinden). Hatunun elinde banyo havlusu, salına salına banyoya yürüyor.

– Kızım ne yapıyorsun?
– Ne yapıyorum ki?
– Ya havluya sarınıp öyle geçsene!
– Havluya mı?
– Ya bi yürü git yaaa, öffff!!!!

Diyaloğa girmeyeydik çok daha iyiydi. Sohbeti açınca hatun dikildi öyle karşımıza, Havva’nın yapraksız hali olarak. Bir şey desen denilmez, yemek yesen yenilmez, kalakalmıştık öylece…

unnamed (1)

Bir diğer gün, marketten bir paket köfte almış gelmiş, 1 kg mu desem 1.5 kg mu, 4 kişiye mangal menüsü olur hani. Bana nasıl kızartılacağını sordu. İçimden diyorum “herhalde kızın anası sosyetik, hiç mutfakta görmemiş garibim”. Anlattım: yağı al, tencereye koy, içine köfteleri at, kızarır. Sen 5 kiloluk yağı tencereye boşalt, ısınmadan içine bütün köfteleri at ve hepsini de ye!!! Akşam kıvranıyor “midem” diye.

– Sakine ne oldu?
– Karnım ağrıyor, sanırım köfteden.
– Çok mu yedin?
– Hepsini yedim işte.
– Hepsini mi yedin?!!!
– Yememem mi gerekiyordu?!!! (kinaye yok, bildiğin şaşkın!)
– Nasıl yedin o kadar köfteyi, birazını yiyip kalanını sonraya bıraksaydın ya.
– Ama sen öyle demedin ki!!

3 gün yemek yiyememiş olabiliriz vb. gibi birtakım psikosomatik semptomlar. Orasını net hatırlayamıyorum.

Bir de yurdun aşağı katında bir tv odası vardı. O zamanlar bir BBG olsun, bir Asmalı Konak olsun, cemil cümleten izlenir, topyekûn ağlanır, sadık bir “flash tv reality show” izleyicisi kitlesi rolüne bürünülürdü. Gün içerisinde dersi boş olan falan da bazen bu odada takılırdı. Bir gün odaya girdim, Sakine “Vahşi Güzel”i izliyor. Diziden sadece İvo karakterini anımsıyorum. Ben onu öldü biliyordum ama yaşıyormuş hergele. Sarışın da sevmezdim halbuseki. Aklıma yer etmiş işte, neyse kompleks bilinçaltı meselelerine girmeyelim şimdi. Bizimkisi ekranda Ivo çıkınca, tuhaf sesler çıkarıyor, alkışlıyor, aşkım İvo, yavrum İvolar, oflar, ahlar, sanırsın İvo bunu… töbe neüzübillah! Ben bıraktım diziyi, bunu seyrediyorum. Dayanamadım, patladım:

– Ay bırak Sakine Ivo’yu falan, dışarda gerçekleri var onları bulsana!
– Ne yani? Bu gerçek değil mi?
– Ya gerçek de ben elle tutulur olanlardan bahsediyorum (buradaki elle tutulur lütfen yanlış anlaşılmasın!)
– Hayır yani gerçekte böyle biri yok mu?
İçimden: – Hıı var, kapıda elinde çiçek, seni bekliyor!!
Dışımdan: – Neyse canım, hadi sen devam et!

Üniversite hayatım bittikten sonra yaklaşık bir 5-6 yıl okul anıları gündeminde hep baş sıralarda yer aldı Sakine. Günlük hayatın en sıradan olaylarını bile espri ve abartıyla anlatmayı seven ben, bu konu ne zaman açılsa performansımın zirvesine çıkıyor, hem kendi gözlerimden yaşlar gelerek anlatıyor, hem etrafımdakileri eğlendiriyordum. Tabi o zamanlar nerden bilecektim Sakine’nin bu zırvalıklarının yıllar sonra içimdeki en büyük yürek sızılarından biri olacağını. Kızıma otizm tanısı konduğunda ve ben günlerce gecelerce içine gömüldüğüm bu dünyada bir otizm profesörü kadar yetkinliğe ulaşınca, onun bu tuhaf hareketlerini adlandırabildim ve kimseye söylemsem de içten içe kızımın başına gelenlerin, benim muhabbet mezesi yaptığım Sakine yüzünden Allah’ın bana verdiği bir ceza olduğunu düşündüm hep.

Lanet olsun ki bilmiyordum! O zamanlar otizm dediğin şey, “yağmur adam” filminin bana anımsattığı anlamsız bir kelimeden ibaretti. İşte o anlamsız kelime son 2 senemin en anlam yüklü olgusu oluverdi. Peki, nerden başladık, nasıl anladık, nasıl kurtulduk? Az sabredin, onu da anlatacağım elbet!

–        to be continued        

Fikriye Filtresiz

5 Comments

5 Comments

  1. Pinar

    13 Aralık 2013 at 11:27

    Filtresiz Fikriyem ne guzel anlatmissin kendini 🙂 kim ne derse desin seni taniyan bilen gercekligine sahitlik edecek benim gibi bir suru takipcin var. Iyiki varsin umut arayanlara umut ol sen bakma bunlara 😉

  2. pelin

    13 Aralık 2013 at 12:40

    valla canım biz seni biliyoruz tanıyoruz çokta seviyoruz hatta çok da özlemişiz.

  3. Zeynep

    13 Aralık 2013 at 15:31

    fikriyem senin fikirlerinin müptelasıyım, bence amme hizmeti bu yazıların anlayana

  4. ümmü er

    13 Aralık 2013 at 15:37

    Ailecek sizi severek takip ediyoruz:) Şaka bi yana yazılarını çok özlemişim ben. Gerçek olmadığına inananlar kendileri gerçek mi acaba:P dermişiiimmm, şaçmalar gidermiişiimm.

  5. Duygu

    21 Aralık 2013 at 12:58

    “Ağzından mamadan başka kelime çıkmaz oldu. Park yatağında kendi kendine oynayan (uslu diyorduk), çağrıldığı zaman cevap vermeyen (cool diyorduk), insanın yüzüne bakmayan (kibirli diyorduk), tv’den gözünü alamayan (pepemanyak diyorduk) bir çocuk olup çıkıverdi.”

    Bizim ailemizde de otistik bir yavrumuz var, sanki onu anlatmissin…

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çıkışta Olanlar

To Top